Bu yıl beşincisi düzenlenen Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma, 5 Mart-16 Mayıs 2010 tarihleri arasında gerçekleşti. Birçok akademisyen, psikolog, psikiyatr ve KAOS GL Derneği üyelerinin konuşmacı olarak yer aldığı ve 14 şehirde gerçekleşen konferans etkinliklerinin ilki 5 Mart 2010 tarihinde Trabzon’da başladı. Sırasıyla; Samsun, Adana, Mersin, Kayseri, Edirne, Aydın, Diyarbakır, Antalya, İzmir ve İstanbul’da devam eden etkinlik, 15 Mayıs 2010 tarihinde Amerikalı feminist düşünür, yazar ve akademisyen Judith Butler’ın katılımı ile konferans dizisini noktaladı. 16 Mayıs 2010’da ise Homofobiye Karşı Yürüyüş etkinliği ile sona eren 5. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’nın 2-4 Mayıs 2010 tarihleri arasında gerçekleşen İzmir etkinliğine AdresGezgini adına katılma şansı yakaladım. AdresGezgini olarak bu buluşmanın; insan hakları ihlallerinin, özel hayatın sınırı konusunun, eşcinselliğin bir hastalık olup olmadığı konusunun ve benzeri başlıkların sıklıkla tartışıldığı günümüzde oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz. Cinsel tercih ayrımcılığının insan hakları bağlamında ele alınması gerektiğine inandığımız ve eşitlik ilkesinin cinsiyet ayrımcılığı bağlamında değerlendirilmemesinin önemli bir toplumsal sorun olduğunu düşündüğümüz için bu konu hakkında bir yazı yayınlamaya, konferans notlarını siz okuyucularımızla paylaşmaya karar verdik.
Özellikle 1960’lardan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan cinsel tercih ayrımcılığına karşı mücadele günümüzde hala, dünyanın birçok ülkesinde devam etmekte olan önemli bir sorundur. Fakat yine de Türkiye örneğinden yola çıkarak söylenebilir ki; biseksüel, gey, lezbiyen, travesti ve transseksüellerin kimlik mücadeleleri, özgürlük ve hak arayışları geçtiğimiz 20 yıl içinde yavaş da olsa çözüme kavuşmaya başlamıştır. Cinsel tercih farklılıklarının medyaya yansımaya başladığı 80’li yıllarda yazım dili oldukça aşağılayıcı olan medya günümüzde hala homofobik söylemleri devam etse de daha yumuşamış bir dil kullanmaktadır. Bugün Türkiye medyasında eşcinsellik veya eşcinsellerle ilgili herhangi bir haber görüp de şaşıran okuyucu ya da izleyici neredeyse kalmamıştır. Artık eşcinsel gruplar düzenledikleri sempozyumlarla ve toplumsal eylemlerle yazılı, görsel ve interaktif medyada görünmekte ve haber olmaktadırlar. Fakat yine de kamusal alan içinde eşcinsellik tartışmaları devam etmekte, gerek liberal ve sol basında gerekse sağ ve İslami basında konuyla ilgili homofobik ifadelerle süslü haberler dikkat çekmektedir.
04 Mayıs 2010 tarihinde, Bilgi Üniversitesi öğretim görevlilerinden Dr. Kürşad Kahramanoğlu moderatörlüğünde Dokuz Eylül Üniversitesi’nde gerçekleştirilen, Prof. Dr. Melek Göregenli ve Prof. Dr. Selçuk Candansayar’ın konuşmacı olarak katıldığı konferans çerçevesinde ele alacağım homofobinin nedenleri ve nasıllarını anlayabilmek için öncelikle medya ve iletişim çalışmaları bağlamında Türkiye’de eşcinselliğe bakış açısının çerçevelendirilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Geçtiğimiz aylarda Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Aliye Kavaf’ın bir röportajında “Eşcinsellik tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.” söylemi medyada uzunca bir süre devam eden tartışmalara yol açmıştı. Bu tartışma 4 Mayıs tarihli konferansta Sayın Prof. Dr. Selçuk Candansayar tarafından "Bir Ötekileştirme Pratiği Olarak Cinselliğin Tıbbileştirilmesi ve Eşcinsellik"başlığı altında tartışıldı.
Prof. Dr. Selçuk Candansayar’a göre, 16 yüzyıl başlarına kadar evlilik dışı ilişkiler, heteroseksüellik dışında kalan tüm seksüel eylemler dini kurumlar tarafından günah olarak değerlendirilmekteydi. Zaman içinde hızla sekülerleşen toplumda günah kavramının kitleleri ve toplumu kontrol edemeyeceğinin farkına varan devlet kurumları cinselliği kontrol altına almak adına hukuk sistemini devreye sokmuşlardır. Yaklaşık dört asır yasalarla koruma altına alınan kişilerin cinsel hayatı, özel yaptırımlarla denetlenmekteydi. 150 yıl kadar önce heteroseksüellik dışında kalan tüm seksüel eylemler ve durumlar suç sayılmaktaydı.
19. yüzyıla gelindiğinde ise artık ne din kurumu ne de yargı kurumu heteroseksüellik dışında kalan cinsel tercihlerin önüne geçebilmeye başarmıştı. Kontrol mekanizması hızla çöken devlet, kamusal alanda bireylerin özgürlüklerini yönetemeyeceğini anladığı an, eşcinselliğin bir hastalık olabileceğine vurgu yapmaya başlamıştı. Cinselliğin denetlenmesi insanların ve böylece bütün bir toplumun denetlenmesi demektir. Bireyleri iktidara tabi kılmanın en önemli yolu cinselliği kontrol altına almakla ilgilidir. Bu bilinçle 19. Yüzyıldan itibaren eşcinsellik, evlilik öncesi cinsel ilişkiler, evlilik öncesi hamile kalmak ve hatta mastürbasyon bile hastalık olarak görülmeye başlandı. Hasta olarak kabul edilen birçok insan, tımarhanelere kapatıldı ve işkence sayılabilecek yöntemlerle iyileştirilmeye çalışıldı. Fakat ne yazık ki bu süreç, başarısız geçen tedavi yöntemleri ile doldurulmuş koca bir tarih sayfası gibiydi. Çünkü ortada tedavi edilecek herhangi bir hastalık yoktu.
Candansayar’a göre tebasını iktidarına tabi kılmaya çalışan yapılanmalar bir şeyi yok etme isteğinin ilk adımı olan hastalığı ortaya atmışlardır. Bunun sebebi hasta ve anormal olanın tedavi ile normalleştirilmesi isteğidir. Heteroseksüelliğin tek doğru yol olmasını manipüle eden “eşcinsellik tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır” yaklaşımı homoseksüelliğin de bir cinsel tercih olduğunu yanlışlamaktaydı. İnsanlar hasta olandan, ya da hastalık olarak tanımlanan durumdan kaçmaya çalışırlar. Hastalık olarak kabul edilen bir durum hastalığı taşımayan insanlar tarafından bulaşıcı olarak nitelendirilir. Böylelikle cinsel tercihi heteroseksüellerden farklı olanlar anormalleştirilir ve diğerleri de normalleştirilir. Normal olanların sayıca çokluğu her zaman azınlık grup üzerinde yaptırımı yüksek bir hiyerarşi sistemi yaratır. Dr. Kahramanoğlu’na göre bu hiyerarşi sistemi ayrımcılığın ve eşitsizliğin hiyerarşisidir. Başkalarının ayrımcılığa uğradığı bir toplumda eşitlik yoktur. Gerek var olan gerekse de varsayılan cinsel tercih farklılıkları ve cinsel kimlik değiştirmeleri sonucu oluşan ayrımcılık, toplumda yaygındır. Bu ayrımcılık katletmekten işkenceye, itilip kakılmaktan özel hayatın işgaline, eğitimsiz ya da işsiz bırakılmaktan hayatını istediği insanla paylaşamamaya kadar birçok insan hakları ihlaline sebep olmaktadır. İnsan hakları ihlali ile vurgulanan ayrımcılık; homofobidir. İktidarı yeniden üretmek isteyenler eşcinselliğin hastalık olarak ele alınmasında bu hastalığın bulaşıcı olabileceğine de atıfta bulunmaktadırlar. Eşitsizlik hiyerarşisinde toplum, eşcinselliğin bulaşıcı olabileceği kaygısını taşıdığı için kendinden farklı olana karşı önyargı geliştirir. Böylece cinsel tercihi diğerlerinden farklın olanlar toplumun en alt tabakasını oluşturur. İş bulamaz, eğitim hakkı elinden alınır. Örneğin, eşcinsel bir öğretmen istemeyen ebeveynin başlıca korkusu çocuğunun da gelecekte eşcinsel olabileceğini düşünerek korkmasıdır. Bu noktada üzerinde durulması gereken kavram “Homonegativizm”dir. Homonegativizm, cinsel yönelimi heteroseksüel olmayan insanların toplumda diğerleri ile eşit şartlarda yaşamalarına izin vermeme durumudur.
Eşcinselliği hastalık olarak görme ve homonegativizmi doğuran en önemli kavram ise heteroseksisizm olarak adlandırılmaktadır. Heteroseksisizm, heteroseksüel cinselliğin tek doğru olarak görülmesidir. Prof. Dr. Selçuk Candansayar’a göre homofobiyi yok etmenin tek yolu bu üç kavramı da ortadan kaldırmakla olacaktır.
Hastalıktan İdeolojiye Homofobi
Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Melek Göregenli’ye göre homofobi, belirli cinsel yönelimi heteroseksüellerden farklı olanlara karşı gösterilen tutumlar bütünüdür. Homofobi davranıştan farklı olarak bir tutumdur çünkü önyargılardan beslenmektedir. Göregenli’ye göre homofobiyi, hiyerarşik toplumsal sistemlerde sıkça rastlanan gruplararası ayrımcılık ideolojisi olarak da adlandırabiliriz. Peki nedir bu hiyerarşik toplumsal sistem? Toplumların cinsel algısında en ideal olan Heteroseksüelliktir ve hiyerarşinin en üst basamağında yer alır. İkinci basamakta geyler, lezbiyenler ve biseksüeller yer almaktadır. En alt basamakta ise travesti ve transseksüeller yer almaktadır. Travesti ve transseksüellerin hiyerarşinin en alt basamağında yer almasının en önemli sebebi, heteroseksist ideolojiye ciddi bir meydan okuyuş olmasıdır. Göregenli’ye göre, heteroseksisizmi ne kadar çok tehdit ederseniz o kadar çok ayrımcılığa uğramaktasınız. Ayrımcılığın bu kadar yaygın olmasının başlıca sebebi de geliştirdiğimiz olumlu benlik duygusudur. Hiç kimse ben ayrımcıyım demeyeceği için, ayrımcılık olumlu bir çerçeve içine hapsolmuş olmaktadır. Ayrımcılığa uğrayan grubun yani eşcinsellerin hasta olarak değerlendirilmesi de ayrımcılığın meşrulaştırılmasına yol açmaktadır. Kurumsal alanda ayrımcılık ise, heteroseksüel olmayanların heteroseksüel olanlarla evlilik, eğitim, çalışma hayatı ve sosyal haklar gibi aynı haklara sahip olamayacağıdır.
Günümüzde eşcinsellerin evlilik hakkı elde etmesi sıklıkla tartışılan bir konu haline gelmiştir. Bunun başlıca sebebi evlenme hakkının politik bir mücadele haline gelmesidir. Dünyanın bir çok ülkesinde evli çiftlerin sahip olduğu bazı imtiyazlar vardır. Örneğin, İngiltere’de evli çiftler bekarlara göre daha az vergi verirler. Normal şartlarda evliliğe çok sıcak bakmayan eşcinseller sadece bu hakkı elde etmek için yürütülen çalışmalarda aktif olarak yer almaktadırlar. Eşcinseller tarafından elde edilen her hak heteroseksisizmin önünde dimdik durabilmelerine izin vermektedir. Bu bağlamda Kaos Gl, Lambdaistanbul ve Siyah Pembe Üçgen gibi derneklerin gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transseksüellerin heteroseksüellerle aynı hakları elde etmesi için yaptığı çalışmalar yakından takip edilmelidir. Çünkü eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir.