.. ve ben senin bilgisizliğinin artmasına izin verdim. fakat hiç bir şeyi unutmadım. ve hepsini aklıma yazdım. ve sana izin verdim ki bilmeden yaptığın eziyet artsın.. ve sonunda artık dayanamıyorum diyebilmek için ben de bilmeden bu oyunu oynadım sana.. bütün sözlerimi yarıda kesmene izin verdim.. ben ki bu konuda kimseye yetki vermemişimdir.. oysa elimin tersiyle seni yıkabilirdim.. bıraktım ki sen kendi sonunu hazırla !
Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar
Lise yıllarında Oğuz Atay, romanlarında kullandığı dil ve karakter çözümlemesi üzerine saatlerce konuşurduk arkadaşlarımla. Yaşamdan kopanlar, yaşamın kıyısında yürüyen yalnızlar, karanlık mahzenlere kapatılmış ruhlarının özgürlüğünü sorgulayan insanlar… Oğuz Atay’ın dilinde gülerken bir anda ağlayabilirdiniz ya da tam ağlamak üzereyken kahkahalarla gülebilirdiniz.. İşte o yıllardan günümüze Atay’ın romanlarından birinde hayatını sürdüren karakterlerden Hikmet Benol , tehlikeli bir oyun oynarken düşüvermiş gerçek hayata. Modernliği sorgulayan, sevgiyi arayan, ararken kaybolan bir roman karakteriyken Hikmet Benol; sevgili Erdem Şenocak’ın muhteşem oyunculuğunda hayat bulmuş.
06 Mayıs akşamı İzmir Bornova Uğur Mumcu Sahnesi’nde izledim Şenocak’ın Hikmet Benol’a dönüştüğü olağanüstü performansını. İki salıncak ve bir adam vardı sahnede. Adam, oyun akarken, elleri ve ayakları ile başka adamlara ve kadınlara dönüşüyordu. Jerzy Grotowski’ydi örnek aldıkları ustaları ve diyordu ki “Her şeyi boşaltıyorum, sadece oyuncu ve seyirci kalıyor.”
Hikmet Benol’un modern insanın kaygılarıyla yoğrulmuş yalnızlığını ve delirişini 130 dakikada coşkun bir nehir gibi anlatan Erdem Şenocak’la konuştuk. Kimdi Erdem Şenocak? Hikmet Benol, 1973’ten günümüze tozlu kitap sayfaları arasında okuyucusunu beklerken nasıl olmuştu da sahnelerde izleyenleri selamlar olmuştu?
08 Mayıs Cumartesi günü aklımda sorular defterimde notlar Hikmet Benol mu Erdem Şenocak mı olduğuna karar veremediğim dingin ve sakin adamla buluştum Kemeraltı’nda. Klasik bir röportaj olmayacaktı bu. Hangi yıl, nerede doğdunuz ya da tiyatroya ne zaman başladınız gibi soruları sorabileceğiniz biri değil Sevgili Erdem. Kim olduğunun ya da nerede doğduğunun önemi yok! Önemli olan bedeninle ve sözcüklerinle neler yapabildiğin!
Işıl Yılmaz: Endüstri Mühendisi olduğunuzu biliyorum. Ama çok da başarılı bir tiyatro oyuncusu var karşımda. Nasıl oldu bu?
Erdem Şenocak: 1998 yılında İTÜ sahnesi ile başladım tiyatroya. 2004’e kadar devam etti bu. Üniversitenin boş salonlarında ya da bulabildiğimiz herhangi bir boş alanda çalışıyorduk. Bizden önce mezun olmuş olan arkadaşlarımız Boğaziçi mezunları ile birlikte Seyyar Sahne’yi kurmuşlardı. Yani adının hikayesi bu. Çalışacak salonumuz ya da oynayacak sahnemiz olmadığı için gezici bir ekip gibiydik. O yüzden adı “Seyyar Sahne”. 10 yıl gibi bir süredir var olan bir oluşum nihayetinde ben de 2004 yılında ekibe dahil oldum. 15 kişilik bir ekibiz ama hep 15 kişi kalalım diye bir derdimiz yok. Biz her yılın başında toplanıyoruz, konuşuyoruz. Devam etmek isteyenlerimiz oluyor, ara vermek isteyenler oluyor. Konuşuyoruz, ortak bir noktada buluşuyoruz. Prodüksiyon amaçlı bir grup değiliz aslında, sanırım prova tiyatrosu olarak devam etmek istiyoruz..
Işıl Yılmaz: Tehlikeli Oyunlar ya da oynadığınız diğer oyunlar oldukça ağır metinler. Nasıl bir hazırlanma süreciniz var? Seyyar Sahne ekibi olarak nasıl hazırlanıyorsunuz oyunlarınıza?
Erdem Şenocak: Şiir ve müziğin birlikteliğinde, sürekli olmayışın gizemli güzelliğinde, soylu bir incelik ve zarafetle yoğrulmuş geleneksel Japon tiyatrosu olan No Tiyatrosu örneğinde olduğu gibi insan enerjisi dışında başka bir enerjiyi kabul etmiyoruz, sanırım. Bu tiyatronun ustalarından Zeami’nin çok güzel bir sözü var. “Zanaatçının gençlik ve ustalık çiçeği vardır. Gençlik çiçeği solmadan ustalık çiçeğini açtırmak gerekir”; der Zeami. Bizim temel olarak ele aldığımız felsefelerden biri de bu. O yüzden 2005 yılından bu yana her yaz 2 haftalık tiyatro kampları düzenliyoruz. İlk sene İznik gölü kıyısında, gürültüden ve şehir hayatından uzak bir yazlık evde gerçekleştirdik bu kampı. Sabahları deniz kenarında yürüyüş yapıyoruz. Benim rot-balans ayarı diye tabir ettiğim nefes açma ve hareket tekniklerini çalışıyoruz. Çünkü gün içinde hepimizin duruşunda bozukluklar meydana geliyor. Yamuluyoruz. Nefes alış verişimizi kontrol ederek duruşlarımızda meydana gelen bozuklukları düzeltmeye çalışıyoruz. Bazı yoga hareketlerini de kullanıyoruz tabii. Vücudumuz en önemli malzememiz. Onu eğitmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Onun dışında, felsefe ve siyaset üzerine tiyatro dışı metinler okuyoruz ve aramızda tartışıyoruz. Bu içsel bir yolculuk gibi. Eskiden yapmadığımız şeylere odaklanıyoruz son 5 yıldır. Örneğin, 5 yıl önce şarkı söylemezdik. Ama artık müzik dinliyoruz ve o sesleri taklit etmeye çalışıyoruz.
Işıl Yılmaz: Aslında bir anlamda, Seyyar Sahne oyunlarından söz ederken ilkel tiyatroya doğru bir dönüşün varlığından bahsedebilir miyiz?
Erdem Şenocak: Biz ekip olarak Grotowski’den çok etkilendik. Yoksul tiyatro diye bir kavram geliştiriyor, Grotowski. Tiyatronun kostümsüz, dekorsuz, müziksiz, metinsiz ve ışık efektleri olmadan da var olabileceğini savunuyor. Daha tinsel bir anlayıştan söz edebiliriz bu durumda. Sadece bedenlerimizi ve kendi seslerimizi kullanarak, gösteriyle yüzleşerek kendini çözümlemeyi isteyen izleyicilerle buluşuyoruz. Ya da bir anlamda böyle bir seyirci kitlesi yaratıyoruz. Örneğin, Tehlikeli Oyunlar’ın girişinde olduğu gibi izleyiciyi kuliste karşılamıyoruz. Sahnede bekliyoruz. İzleyici koltuğuna yerleştikten sonra hemen o anda gösteri de başlamış oluyor. Böylece kuliste beklerken oyuncunun yaşadığı o gereksiz kasılmayı ve gerginliği yok etmeye çalışıyoruz. Günümüz tiyatrosundaki süslü anlatım yerine daha sade bir anlatım oluşturmaya çalışıyoruz. Grotowski’ye göre ticari amaçlarla yapılmış tiyatro ve uygarlığın getirileri bedeni doğadan koparır. Gerçek tiyatro ritüele ve köklere dönüşü hedefleyen bir araç olmalıdır. Bu yönde bir ilkel tiyatroya dönüşten söz edebiliriz.
Işıl Yılmaz: Geçmişte oynadığınız oyunlara da baktığımızda örneğin, Pierre Riviere hatıratı, Eski Ahit’ten Vaiz ya da Mesnevi gibi, tiyatro dışı metinlerin sahnelendiğini görüyoruz. Aklıma ilk gelen daha akademik alt yapılı ve mistik bir tiyatro anlayışı yaratmaya çalıştığınız aslında. Sizin fikriniz ne bu konuda?
Erdem Şenocak: Mistik olalım ya da dinsel bir anlatımla seyirciye ulaşalım gibi bir gayemiz yok. Yani bunu bilinen anlamda bir pazarlama faaliyeti olarak ele almıyoruz. Fakat İran’da Fecr festivaline gittiğimizde de fark ettiğimiz bir nokta vardı. O da dini tiyatroların, meddah, nakkal, ruzehan veya perdedari gibi geleneksel tiyatrodaki anlatıcıların oyuncuyla seyirciyi kaynaştırdığı noktasıdır. Bu anlamda bir mistisizmden söz edilebilir. Sadece seyirci ile buluşma, seyirciyi oyuna dahil etme anlamında bir yöntemdir diyebilirim.
Işıl Yılmaz: Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet Benol’un varoluş bunalımını anlatırken, sahnede sadece salıncak dekoru kullanıyorsunuz. Salıncak zaman zaman deniz oluyor yüzüyorsunuz, zaman zaman tepsi oluyor çay getiriyorsunuz ve bazen insanlara, kadınlara dönüşüyor. Bunun dışında omuzlarınızı, kollarınızı ve ayaklarınızı insanlaştırıyorsunuz. salıncak materyalini ve uzuvlarınızı kullanmanızın belli bir sembolik anlatımı var mı?
Erdem Şenocak: Aslında daha önce de dediğim gibi birkaç senedir dekor kullanmamak gibi bir eğilimimiz var. Fakat ben Hikmet Benol’ü sahnede sözcüklerden bedenleştirirken bir yerde tıkandım. Ne yaparsam yapayım oyun ilerlemiyordu. Artık pes etmek üzereydim ki yönetmenim Celal Mordeniz, bir bienalde gördüğü salıncaklardan bahsetti. Tasarımlarından, sahneye yerleştirilmesinden falan konuştuk. Sonra bu imgeyi sahneye nasıl aktarırız’a geldi konu. Epey düşündük bunun üzerine sonra Eminönü’ne gidip iki tane salıncak aldık. Sahneye yerleştirdik ve o andan itibaren metin kendiliğinden aktı. Salıncak kimi zaman insan oldu, kimi zaman koltuk, kimi zaman yastık.. Geleneksel anlamda bir anlam yüklemedik salıncağa sadece bir kurtarıcı oldu benim için. Uzuvların insanlaştırılmasına gelince… Tehlikeli Oyunlar’ın romanında, Hikmet Benol’un kendini dörde ayırdığı ve onlara 1. Hikmet, 2. Hikmet gibi isimler verdiği bölümler var. Biz o zihinsel bölünmeleri bedende bölünmeye aktardık. Provalara başlamadan önce ben Hüsamettin Albay ya da oyundaki diğer karakterleri anlatabilmek adına bazı eşyalar kullanmayı düşünmüştüm fakat sonradan yönetmenim Celal Mordeniz eşyaların yerine bedenin bazı bölümlerinin kişileştirilmesinin daha uygun olacağını söyledi. İzleyicinin dikkatini dağıtmamak adına sadece bedenimi kullanmayı uygun gördük. Kitapta Hikmet Benol’un yaşadığı kargaşa ve bölünme benim sahnede anlatmaya çalıştığım şekliyle bedensel bir bölünme olarak ortaya çıktı.
Işıl Yılmaz: Uzun vadede Seyyar Sahne olarak planlarınız neler? Tehlikeli Oyunlar devam edecek mi yeni dönemde de?
Erdem Şenocak: Aslında ekip olarak tek hayalimiz bir oyunculuk araştırma merkezi kurmak. Bunun için oyunlardan kazandığımız parayı biriktiriyoruz. Belki önümüzdeki yıllarda maddi destek de alabilirsek böyle bir merkez yaratıp tiyatro oyunculuğu üzerine araştırmalar yapabiliriz ve oyuncu olmak isteyen arkadaşlara yardımcı olabiliriz, diye düşünüyoruz. Onun dışında Mayıs ayında seyirciyle buluşacak dört yeni solo-performansımız var. 2011 yılında da Tehlikeli Oyunlar oynamaya devam edeceğiz. Üniversitelerden davetler geliyor. Bizim organizasyon becerimiz çok yüksek değil. Ancak bir davet gelirse başka şehirlere gidip oynayabiliyoruz. Yani, davet geldiği sürece oynamayı düşünüyoruz, Tehlikeli Oyunları.
Işıl Yılmaz: Oyunlarınıza gelmek isteyenler size nasıl ulaşabilirler?
Erdem Şenocak: İnternet sitemizden oyunlarımızla ilgili duyurulara ulaşabilirler. Onun dışında tiyatromuzun bir cep telefonu numarası var: 0531 696 41 09. Bu numaradan da biletlerle ilgili rezervasyon yaptırabilirler.
Herşey için çok teşekkür ederiz, Erdem Şenocak. Muhteşem oyunculuğunuzu bizimle paylaştığınız ve değerli vaktinizden ayırdığınız için.